Yine Yeniden: Turistik ve Lokal Önerilerle Belgrad

Tasmajdan

Blog takipçilerimin hatırlayacağı üzere Belgrad’a 4 sene önce ilkbahar aylarında gitmiş ve İlkbahar’da Vizesiz En İyi Rota diye yazmıştım. Bu sefer de Eylül ayının ikinci yarısında Sonbahar’ını deneyimlemeye gittim ama aslında beklediğim bir ilkbahar havasıydı. Kısa kollularla dolaştığımız, hava da ne sıcak ne güzel dediğimiz ilk gün sonrasında kat kat giyinsek de soğuktan kaçamadığımız günler geçirdik. Sonbahar’da da güzel mi? Evet, ama sert hava değişimlerine hazırlıklıysanız. Mesela annem ve arkadaşları kışın karlı bir havada gidip yine de beğenmişlerdi, çünkü hazırlıklıydılar.

Peki Sonbahar mı İlkbahar mı? Bence kesinlikle İlkbahar:) Hangi mevsimde giderseniz gidin kaçırmamanızı tavsiye ettiğim yerler ise yazının devamında.

Ada Ciganlija Sonbahar

Saraybosna yazımı okuduysanız hatırlayacağınız üzere Belgrad’a gitmeye niyetlenip fiyatların birden artışıyla rota değiştirmiştik. Sonrasında Belgrad’a o kadar çok giden blogger/influencer gördük ki neden fiyatların arttığı anlaşıldı. Semiha kim nerede ne yapmış kısmında özellikle ünlüleri ve influencer’ları takibi kaçırmadığından bir sürü Belgrad notuyla geldi. Bense her zamanki gibi Belgrad’da yaşayanların önerilerinin peşine düştüm. Sonunda elimizde uzun bir listeyle yola koyulduk.

Belgrad’da Nerede Kaldık?

Belgrad’da da yine çok merkezi olan, özellikle Skadarska bölgesine yakın olsun diye seçtiğimiz Hotel City Savoy’da konakladık. 5 günlük Belgrad konaklamamızda otelin hem konumu hem de hizmetlerinden memnun kaldığımızı söyleyebilirim.

Otel eğer isterseniz hava alanından transfer için taksi ayarlıyor ancak sağolsun varışta lüks taksi ayarladıklarından neredeyse normal ücretin 2 katı bir fiyat ödedik (3000 dinar yani yaklaşık 25 Euro). Dönüşte ise normal taksi çağırdılar ve 1600 dinar yani yaklaşık 13 Euro ödedik. Ayrıca otel konaklamıza spa ve Türk hamamı dahildi ancak biz pandemi nedeniyle faydalanmadık.

Tabiki hava alanından şehir merkezine ulaşımda ilk yazımda belirttiğim gibi toplu ulaşım ya da havabus’a benzer A1 hattı seçeneklerinden de yararlanabilirsiniz. Normalde ulaşımda bütçe dostu olduğumu biliyorsunuz ancak son gezilerimizde pandemi sebebiyle genelde taksi tercih ettik.

Belgrad’da Gezilecek Yerler ve Yeme-İçme

Gelin birlikte başlayalım Belgrad’ın mekanlarında ve görülecek noktalarında gezmeye. İlk gün otelimize gidip odamıza yerleştiğimizde öğle saatleriydi, güneşi kaçırmamak için hemen kendimizi sokaklara attık. Ayrıca kahve krizimin de eşiğine gelmek üzereydim, Semiha ise hafiften acıkmaya başlamıştı.

Poslasticarnica Suma Cafe

Otelimize en yakın lokal tavsiyesi olan vegan, rafine şekersiz vb. lezzetler sunan Poslasticarnica Suma Cafe‘ye gittik. Özellikle çocuklu ailelerin tercih ettiğini görmek doğallık konusunda ilk sinyalleri verdi zaten. Küçük bir kafe ancak dış alanda da 4-5 masası mevcut. Ben orman meyveli ve badem ezmeli pastasından tercih ederken, Semiha ise bol tahıllı bir banana bread (muzlu kek) sipariş etti. Doğallığı, şeker olarak hurma ve meyve tatları kullandıkları zaten yerken aşırı tatlı olmamasından ürünlerde kesinlikle belli oluyor. Fiyatlar da makul, kahve ve pasta 600 RSD.

Kalemegdan bu havada çok güzel olacağından Skadarlija bölgesinden geçerek kaleye doğru yola koyulacaktık ki Bucko Pizza‘nın kokusu yine tüm caddeyi kaplamıştı. Semiha da ilk yazımı okuyup hazırlıklı geldiğinden “Bu o lezzetli dilim pizzacı değil mi?” diye hemen atladı ve Amerikan salatası soslu bir dilim pizzayla açlığını tamamen yatıştırdı. Bucko’nun özelliği normal bir pizza diliminin üzerine koydurabildiğiniz çeşit çeşit soslar, akşam saatlerinde ya da okul çıkışı gibi saatlerde uzun kuyruklar oluyor. Bir dilim pizza ve sos 130 RSD, ekonomik ve lezzetli bir tercih.

Kalemegdan

Francuska Caddesi’nden karşıya geçip birbirine paralel Simina, Gospodar Jevremova ve Gospodar Javanova sokaklarından birine dalıyoruz. Hangisi olduğunun çok önemi yok, hepsini gezin, çünkü hepsinde ayrı güzellikler sizi karşılayacak. Üniversite önündkei Academy Park’tan geçerek en meşhur caddesi Knez Mihailova‘ya çıkıyoruz. Caddeden ilerleyerek Kalemegdan’a varıyoruz.

Güneşli bir günde ağaçların arasında, Sava Nehri’nin manzarasını da seyrederek yürüyüş yapmak güzel bir Pazar günü aktivitesi. Çok fazla manzara noktası ve görülecek yerler var. Birkaç saatinizi ayırmanızı tavsiye ederim. Pazar gününe güzellik katacak başka ne olabilir ki derken Ruzica Kilisesi‘nden davullu zurnalı düğün sesleri geliyor. Uzaktan gelinle damadın kutlamasına biz de tanık oluyoruz. Ruzica Kilisesi önündeki banklar soluklanmak ve manzaranın tadını çıkarmak için de çok güzel.

Boho Bar

Ruzica Kilisesi’ne çok yakın bir başka güzellik ise Boho Bar, açık havada minderlere yayılmacalı bohem dizaynıyla hoş bir konsept sunan bu bar hem Belgrad halkının hem turistlerin tercihi. Tek kötü yanı sadece peşin para kabul etmeleri diyebilirim. Biz gündüz saatlerinde gittik ancak hava güzelse eminim ki akşamları da ışıklandırmalarla ayrı güzel oluyordur. Gün batımı partileri gibi konseptleri de olduğunu ayrıca belirteyim.

Restoran Grmec

Güneşin keyfini Kalemegdan’da bolca çıkardıktan sonra artık acıkmaya başlıyoruz. Otelimize giderken yol üstünde bulunan ve lokal tavsiyesi olan Grmec eski bir Belgrad restoranı. Kaymaklı kuzu tavsiyesini Semiha, Sırp usulü hamburger köftesini de ben deniyorum. Lezzetler güzel olsa da porsiyonlar çok büyük ve maalesef yemeklerimizin neredeyse yarısı kalıyor. Garsonumuz gördüğü manzara karşısında şaşkın:) Fırında kaymaklı kuzu 980 RSD, hamburger köftesi yanında patatesiyle 690 RSD.

Polet

Akşam hava serinlemeye başlayınca otele uğrayıp üstümüzü değiştiriyoruz. Otelimizin biraz aşağısında bir sürü pub’ın bulunduğu harika bir lokal tavsiyesi olan ancak harikalığından henüz haberdar olmadığımız Cetinska Sokak No:15‘e uğruyoruz. Girerken otoparka giriyormuş hissi yaratan ve hiçbir beklentimizin olmadığı bu alan her biri farklı konsept ve dizaynda pub ve club barındırıyor, hemen hepsinin hem açık hem kapalı alanları mevcut. Biz gezinirken hangisinde otursak karar vermekte zorlanıyoruz. Sonra birinden açıkhavada canlı müzik sesi yükseliyor, Dua Lipa’dan New Rules mı o duyduğum? Nereye oturacağımız belli oluyor: Polet. Mekan çok uygun fiyatlı, canlı müzik için ekstra 150 RSD alıyorlar. İlerleyen saatlerde daha birçok hem eski ve yeni İngilizce hem de Sırp pop şarkılarını söylüyorlar. Bence keyifli bir gece için kesinlikle değer. Hiç bitmese keşke anlarından biri.

Tasmajdan yakınlarındaki fırın

Ertesi gün ilk durağımız Tasmajdan Parkı. Tabi Tasmajdan’a giderken kahvaltı için böreklerimizi elimize alıyoruz. Börekler açma tarzında olsa da yediklerimiz arasında benim damak zevkime göre en lezzetlisiydi. Maalesef fotoğrafta da görüldüğü üzere börekçinin ismi adeta yok gibi, o yüzden Tasmajdan yakınlarında Llije Garasanina No:4 civarında burayı bulabilirsiniz diye bir bilgi verebilirim.

Tasmajdan Parkı

Tasmajdan Parkı sonbahar renkleriyle de çok güzel, ayrıca oturmak için bankların yanı sıra park içinde kafeler de mevcut. Birçok Belgradlı spor için burayı tercih ediyor gördüğümüz kadarıyla, hem alanın genişliği hem de güzelliği keyifli vakit için ideal. Parkın bir ucunda yer alan kapak fotoğrafında gördüğünüz St. Mark’s Kilisesi ise dışardan fotoğraflaması güzel olsa da içinde çok sıradan bir kilise.

Tasmajdan’dan ayrılınca kısa bir süre hangi tarafa gitsek emin olamıyoruz ama sonrasında sokak sanatı avına çıkmaya karar verip lokal önerisiyle Ustanicka Caddesi üzerindeki 3 ayrı murali görmeye gidiyoruz, yani bizim niyetimiz o yönde ama henüz karşılacaklarımızdan haberimiz yok. Yağmur da hafiften başlıyor, bir hızlanıp bir yavaşlama halinde. Yol üzerinde işaretlediğimiz noktalardan biri olan KFT Topolska 18‘in arka bahçesi sakince kahve içmek için ideal, yine bir lokal önerisi:) Hemen oturup soluklanıyoruz, menüdeki gibi domestic coffee diye sipariş verdiğimizde kadın Türk kahvesi mi diyor ve bundan sonra her yerel kahve istediğimiz yerde Türk kahvesi diye de ekliyoruz. Bu arada şansımıza yağmur da diniyor.

Ustanicka’ya uzunca bir yürüyüş sonrası ulaşıyoruz. Önerilen noktaların sağından bakıyoruz, sokak sanatı yok; solundan bakıyoruz yine yok; bakmadığımız yer kalmıyor ama her birine umutla yürüyüp hayal kırıklığıyla ayrılıyoruz. Karşımızda duvarlarında sanattan eser olmayan sıradan binalar yükseliyor. Yağmur altında yarım saatten fazla inişli çıkışlı yollar yürüyüp istediğimizi bulamamak… Neyse farklı sokaklardan geçerken Belgrad’ın değişik bölgelerindeki tatlış evleri gördük diye kendimizi avutuyoruz.

Ada Ciganlija

Bir sonraki durağımız soğuğa rağmen Ada Ciganlija. Yol hiç bitmiyor sanki. Dizimle ilgili birkaç ay önce başlayan ağrım nüksediyor, soğuğun da etkisiyle acıdan kıvranarak ilerliyorum. Yolda hiçbir düzgün kafe göremeyinde Belgrad halkının tercih ettiğini gördüğümüz bir kafede dinleniyoruz, Kralj Kafe; chocolate plazma diye bir tatlı yiyip enerji toplamaya çalışıyorum. tatlı iyi sayılır ama kafe oldukça sıradan.

Ada Ciganlija

Ada’ya daha yolumuz çok ama yakınına kadar geldikten sonra karşıya geçmek için kendimizi anayollara atmamız gerektiğinden geldiğimiz yolun bir kısmını dönüp nehrin kenarından yürümeye başlıyoruz. Nehir kenarındaki bazı işaretlediğimiz noktalara da geri gidip bakıyoruz ama çoğu kapalı ya da nehre bakan kısmı kapatılmış; yani hiçbir özelliği yok. Neyseki Ada yine çok güzel, hava böyle olmasa saatler geçer ama mekanların çoğu açık değil.

Ada Ciganlija yazısının bulunduğu fotoğraf çekebilecek bir nokta eklenmiş adanın girişine. Ağaçların arasında ve göletin kıyısında da fotoğraf çekiliyoruz. Bu arada rüzgar ve ağrı içindeki bacağım güzel bir yürüyüşe engel, hatta dizimin ağrısı diğer bacağıma vurmuş durumda. Geri yürüyecek halim yok. Hiç istemesem de otobüsler tek seçenek, boş gördüğümüz birine atlıyoruz (37,58,56 merkeze giden otobüslerden bazıları). Otobüsler için bilet alacak yer yine yok, yine bedavaya gitmece. Belgrad’da çoğu kişi toplu taşımada maske takıyor, yolumuz da kısa. Terazije civarında inip otelimize yürüyoruz ve biraz daha sıkı giyinip akşam yemeği için dışarı çıkıyoruz.

Sokak sanatı

Bir kaplumbağa kadar yavaş gidiyorum, önümüzdeki günlerde onu bile yapamayabilirim endişesi içindeyim. Yemek için Tasmajdan yakınlarındaki İtalyan restoranı Tri’ye gitmeye niyetleniyoruz, giderken de çok güzel kafelerden geçiyoruz ancak gittiğimizde Tri yerinde yok. Kosovska Caddesi No:51’in avlusuna girip bakıyoruz orada da yok ama bilin bakalım karşımıza ne çıkıyor: Yukarıdaki fotoğrafta gördüğünüz mural! Bugün aradıklarımızı aradığımız yerde bulamıyoruz anlaşılan. (Otele dönüp restorana Google haritadan baktığımızda ise çok farklı bir adres çıkıyor, Svetogorska 46).

JaM - Just A Maestro

Tri’den ümidi kesince yine yakınlardaki Just a Maestro (JaM) Restoranı’na gidiyoruz. Bahçesi çok şık ancak hava soğuk olduğundan çok az masa servise açık. Biz soğuğa rağmen dışarda oturuyoruz, çalışanlar da bize anlam veremiyor. İçerisi de o kadar şık ki, özellikle gelip sizi içeri alalım dilerseniz diye soruyorlar. Hamburger söylüyoruz. Önce kendi yaptıkları çok lezzetli kaymak ve özel ekmeklerinden bir ikram geliyor, damağımızı arkadan gelen lezzetlere hazırlamak için. Burgerden önce salata ve fırınlanmış baharatlı patatesleri ayrı ayrı servis tabaklarında servis ediliyor. Hepsi de ayrı şık. Masada kendi yapımları soslar mevcut. Hamburger ise soğumasın diye kapalı olarak dumanlar içinde görkemli bir açılışla servis ediliyor. Her şey lezzetli, tek sevmediğim etin orta-iyi dememe rağmen fazla pişmiş olması. İçkiyle birlikte hamburgere 2100 RSD ödüyoruz (180 TL civarı). Böyle bir yerde İstanbul’da yesek bu fiyattan bile yükseğe olur.

Yemek çok keyifli ama ah bir de dönüşü olmasa. Hava iyice soğumuş, içtiğimiz içki de etki etmiyor artık. Ben kaplumbağadan bile yavaşım, 15 dk’lık yürüme yerine taksiyle gitsem diye hayal kuruyorum. Engellileri, bastonla gezen yaşlıları öyle iyi anlıyorum ki birden. Çok kısa yanıyor bu trafik lambaları, nasıl geçsin yaşlılar diye söylenmeye başladım bile. Neyseki bir şekilde sağ salim otele varıyoruz, daha da bir yere gidecek halimiz yok. 40000 adımla günü kapayıp dinlendikten sonra daha güzel bir güne uyanırız diye umarak dalıyoruz uykuya.

Blaznavac Cafe

3. güne Lulu Bakery‘den börekle başlıyoruz, lezzetleri ortalama. Ben bugün kat kat giyindiğim için daha az üşüsem de bacağım ağrımaya devam ediyor. Hem influencer hem lokal tavsiyelerinden olan Blaznavac Kafe‘de Türk kahvesi içmeye gidiyoruz. Buranın dizaynı oldukça farklı, her bir köşesi Instagram’lık, neden tavsiye edildiğine şaşırmamalı. Sadece gündüz kahve için değil, akşam içki için de ideal. Dikiş makineleri stant olarak kullanılıyor örneğin, kapıya yakın rengarenk bir fil asılı, açık alanı da oldukça büyük. Yine Skadarska bölgesindeki sokaklarda dolanıyoruz, lokal önerisiyle Gospodar Jovanova No: 22’deki saat muralini görmeye gidiyoruz ama fotoğraftan da göreceğiniz üzere farklı resmedilmiş bir saat bu. Ardından durağımız ise Bajraklı Cami ancak bu küçük camiye dışardan bakıp geçiyoruz.

Saat Murali

İlerlerken birden karşımıza işaretlediğim çikolatacı çıkıyor, Valentina i Karanfil, açıkta yeri yok maalesef ama içerisi çok boş olduğundan hızlıca bir sıcak çikolatayla içimizi ısıtıyoruz. Burada çikolata severler birçok çikolata çeşidini hediyelik olarak da alabilir. Çikolatalarımızı adeta kafaya diktikten sonra Cara Dusana 10 numaradaki Belgrad’ın en eski evini görmeye gidiyoruz ama hiç beklediğimiz gibi olmayan; sıradan bir ev. Son olarak St. Alexander Kilisesi’ni de görüp bu bölgeden ayrılıyoruz, tabiki yine gelmek üzere:)

Valentina i Karanfil

Zemun’a gitmek üzere Zeleni Venac otobüs durağına giderken Terazije taraflarında Nikola Pasic Meydanı ile Nusiceva Sokağı’nı bağlayan noktada Cavke’s Pasajı’nda Street Art Gallery (Sokak Galerisi)’i ziyaret ediyoruz.. Burada farklı fotoğraf ve sanat eserleri sergileniyor, dönemsel olarak da farklılık gösteriyor. Ardından durağımız hemen hemen tüm otobüslerin kalkış durağı olan Zeleni Venac, bir sürü otobüs de Zemun’dan geçiyor. Ah bacağım ve hava böyle olmasa o güzelim Zemun yolunu yürümez miyim, saatlerce de sürse… Otobüs şoförüne ne olur ne olmaz diye biletimiz yok, nereden alabiliriz diyoruz; tamam neyse geçin diyor.

Gardos Tower

İlk durağımız Zemun manzarası için Gardos Tower (Gardos Kulesi) olacak ama geçen seferden çıktığımız merdivenleri hatırlayıp ben bu halde çıkamam Semoş diyorum. Bu arada harita inatla Gardos’a gitmek için Zemun durağından da sonra olan bir durağı gösteriyor, hatta Gardos’u bile geçin diyor. Bir yanlışlık var diye düşünürken Zemun durağını kaçırınca mecbur Nade Dimic durağında iniyoruz. Gardos’a doğru yola koyulduğumuzda merdiven beklerken bir de bakıyorum düz ayak Gardos’a gelmişiz. Bu vesileyle haritanın bu durağı neden önerdiğini de anlamış oluyoruz. Size de tavsiyemiz nasıl gelirseniz gelin bu durak yakınlarında inmeniz. Buradan kulenin içine girmeden manzarayı fotoğraflayıp aşağı doğru merdivenlerden iniyoruz. Merdivenlerde de fotoğraf çekilecek güzel noktalar mevcut.

Zemun

Merdivenlerden indiğimiz zaman minik bir hediye dükkanı ile karşılaşıyoruz. Farklı sanat eserlerinin işlendiği küpeleri kocasının boyadığını söylüyor satıcı teyze. Yani söylemekten ziyade anlatıyor, çünkü İngilizcesi pek yok. Bize kendi dilinde bir şeyler söyleyip gülümsüyor, ah bir de anlasak. Birer çift küpe alıp önce nehir kenarına sonra Zemun’un içine doğru ilerliyoruz. Hava da bu arada yumuşuyor, bacağımın ağrısı hafifliyor. Veliki Meydanı‘nda pazaryeri kuruluyor ancak biz gittiğimizde hemen tüm tezgahlar toplanmış. Meydan İtalyan meydanları havasında olmadığından oturasımız yok, nehir kenarında biraz daha yürümeye karar veriyoruz.

Savana Cafe

Aslında Zemun merkezde nehre bakan birçok güzel restoran var ama aç değiliz. Daha kafe tarzı bir yer arayışında olduğumuzdan 20 dk’lık yürüyüşle yine bir lokal önerisi olan ve nehrin üstünde yer alan Savana Cafe (Splav Savana) ‘ye gidiyoruz. Afrika esintileri olan bu kafe harika bir dekorasyona sahip, aşağıdaki fotoğrafta iç dekorasyonunu görebilirsiniz, duvarlarda Afrika’dan masklar asılı. Hem içerde hem de nehir tarafında dışarda masaları var, çok huzurlu bir yer. Bir de tatlış bir servis elemanı var, üşürüz diye hemen şal getiriyor bizlere, her bir açıdan fotoğrafımızı çekiyor daha sormadan. İçki ve kahve çeşitleri mevcut, fiyatlar da uygun. Yemek içinse seçenek yok, hatırladığım kadarıyla tatlıları vardı.

Splav Savana

Dönüşte Branko Köprüsü’nü geçer geçmez olan Brankov Most durağında iniyoruz. Yemek için durağımız ise Semiha’nın önerilerinden Majstor i Margarita Pizza. Mantarlı pizzayı bölüşüyoruz ancak pizza lezzet olarak bize sıradan geldi. Belki farklı çeşitleri çok daha iyidir.

Majstor i Margarita

Pizzacıdayken bir sonraki gün gitmek üzere getyourguide‘dan Novi Sad turuna bakıyoruz, hala yer var; akşam otelde alırız diyerek ayrılıyoruz. Otele vardığımızda ise tur artık bir opsiyon değil maalesef, satışı kapatmışlar. Kendimiz gitmek için diğer yolları da araştırıyoruz ama hem bacağımın ağrısı hem pandemi koşulları ve havanın soğuğundan çok içimize sinmiyor. Yine Novi Sad’a gidemeden dönüyorum. Saraybosna’da turu alabildiğimiz için gerçekten şanslıymışız. Neyse Belgrad’ı bir kez daha ziyaret etmek için hala bahanem var:)

Belgrad’da güzel olan ve tavsiye edilen şeylerden bir diğeri ise dondurma. Hava da bir nebze daha iyi olunca biz de meşhur zincirlerden biri olan Crna Ovca‘dan birer top dondurma alıyoruz. Çeşitler çok fazla, seçmesi zor ama ben en sevdiklerimden fıstıklıyı tercih ediyorum, gerçekten oldukça lezzetli.

Passengers Bar

Hava kararırken bir şeyler içmek için lokal tavsiyesi olan Passengers Bar‘a gidiyoruz. Sokaktan uzakta içinde avlusu olan bir mekan, içi de dışı da hoş gözüküyor. Cosmopolitan ve nachos tercih ediyoruz. Hem kokteyl hem nachos’tan memnun kalıyoruz. Masamızı sık sık ziyarete gelen komşu masanın köpeği de gecemize neşe katıyor.

Sabah ilk durağımız Belgrad’ın zincir fırını Hleb & Kifle‘nin Gospodar Jovanova’daki şubesi. Burayı özellikle tercih etme sebebimiz, otelimize yakınlığı ve dış mekanda oturma yerlerinin de olması. Bu arada Hleb & Kifle yazdığıma bakmayın, normalde tabelasına bakınca hiçbir şey anlamıyorsunuz. Burada çok çeşitli börekler var, ben tam buğdaylı ıspanaklı olanı tercih ettim, lezzetliydi. Tatlıları da gözüme takılmadı değil. Bu arada kasadayken çantamı otelde unuttuğumu fark etmem ve yürüme zorluğuyla tekrar otele dönmemiz; hatta masadan kalkarken de Semoş’un sırt çantasını unutması. Nazar mı var üstümüzde?!

Sweet'n'Chili

Kahve için listemizde bir yer yok ama Sweet’n’Chili isimli bir kafenin önünden geçerken tatlış dekorasyonu gözümüze çarpıyor. Üstelik sadece içi değil dışı da çok tatlı. Burada önce birkaç fotoğraf çekimi yapıp sonra kahvelerimizi yudumluyoruz. Fincanları da vintage tarzı olan bu yer bana İstanbul’da en sevdiğim destinasyon olan Velvet Cafe’yi andırıyor.

Buradan Knez Mihoilava üzerindeki influencer önerisi olan Mama Shelter‘ı da ziyaret edip öyle yola devam ediyoruz. AVM içinde yer alan bu otel ve kafe/restoran dekorasyonuyla farklılık yaratsa da hava koşulları nedeniyle açık mekanını kapattıklarından biz oturmayı tercih etmedik. Ayrıca yine aynı AVM içinde bir önceki gezimde Zemun yolunda ziyaret ettiğimiz Vapiano da var, şehir merkezine açılması sevindirici; çünkü makarnaları çok lezzetliydi. Umarım tatları değişmemiştir.

Silosi Beograd

Sonraki durağımız ise sanayi bölgesi, yanlış duymadınız sanayi bölgesi:) Semiha nehir kenarında bir fabrikayı biracıya dönüştürmüşler deyince Bomonti gibi bir şey hayal ediyordum ama meğersem buradaki fabrikalar da hala çalışıyormuş. Hatta yürürken ve kapısından girerken biraz endişelenmedim değil.

Silosi Beograd aslında konsept olarak Bomontiada’ya çok benziyor, hem bar hem etkinlik ve sanat merkezi. Biz gittiğimizde çok rüzgarlı olmasa biraz da müzik olsa daha keyifli bir yer olabilirdi. Bence çalışanları da bu havada gelmemize şaşırdı, zaten mekan bomboştu. Aşağıdaki fotoğraftan anlamanız biraz zor ama nehir kıyısında, şezlong tarzı bez sandalyeler ve duvarlardaki muralleri ile hoş bir konsept olmuş. Normal bir zamanda bu kadar yürümeye değeceğini düşünmüyorum ancak etkinlik ve sanat aktivitelerini takip edip yaz aylarında ziyaret edebilirsiniz.

Buradaki soğuk bize yetmemiş olacak ki bir sonraki durağımız son zamanlarda Belgrad’ın çok popüler olmuş duraklarından Beton Hala (Concrete Hall). Burada nehir kıyısında birçok şık mekan yan yana dizilmiş. Bizi dizaynıyla Meksika restoranı olan Cantina de Frida cezbediyor. Keşke restoranın kendisi de cezbedici olsa… Belki alışıldık çalışma zamanlarında gitmediğimizden mekan çok dolu değil zaten. Menüdeki her şey yok. Burrito deniyoruz, fena değil ama çok da enfes diyemem. Tuvaletlerinin dizaynı restoranınkinden de iyiydi ilginç bir şekilde.

Cantina de Frida

Beton Hala’dan yukarı doğru çıkarken Kosancicev Venac‘ta Prenses Lljubica’nın evini, St Michel katedrali ve birkaç kilise görüyoruz. Güzel havalarda oturulabilecek Skica Kafe de bu caddedeki lokal önerilerinden ama biz oturmadık. Sokağın başında ise 2. Dünya Savaşı’nda Almanlar tarafından bombalanan Ulusal Kütüphane‘nin kalıntılarını ve kalıntıların açıklamalarını bulabiliyorsunuz. Buradan Koce Popovica Sokağı‘na geçiyoruz ancak evler beklediğimiz kadar görkemli çıkmıyor, yani geçilmese de olur diyeceğim sokaklardan.

Sokak sanatı

Sonraki durağımız ise Terazije Caddesi 40 numaradaki Girl with an Umbrella (Şemsiyeli Kız) murali. Görmek için gerçekten dikkatli bakmanız gerekiyor, iki ayrı duvarda hem renkli hem siyah beyaz versiyonu mevcut ancak bugüne kadar gördüğümüz sokak eserlerini düşünürsek pek etkilendiğimiz söylenemez. Siz o kadar yolu yürümeyin diye fotoğrafını da ekliyorum:)

Hava karardıktan sonra ise Black Turtle‘ın otelimiz yakınlarındaki şubesine gidiyoruz, dizaynıyla pek çekmese de meyve aromalı bira başka yerde bulamadığımızdan burayı tercih ediyoruz. Yabanmersinli birası has bira tadını sevenleri mutlu etmeyecektir sanıyorum ama bence fena değildi.

Spasa Bakery

Son günümüzde ise kahvaltımız için şık pastanelerinden yine bir lokal tavsiyesi olan Spasa Bakery’i tercih ediyoruz ancak tatlıları göz alıcı olsa da börekleri biraz sönük kalmış, hem çeşit hem tat olarak. Zaten tavsiye edilme nedeni de tatlılardı, denerseniz bana da haber verin:)

Hilandarska Sokağı

Buradan Hilandarska Sokak No:26‘daki binanın önünde eski eşyaların bırakıldığı alanı görmeye gidiyoruz, alan dediğime bakmayın Yeldeğirmeni ya da Lviv’deki gibi bir alan değil, küçük çaplı. Burada ayakkabılardan şarap şişelerine gazetelerden eski biletlere değişik eşyalar bırakılmış. Biz de yurtdışı çıkış pulumuzu bırakıyoruz. Yerel önerisi olan Ljutic Kafe yakınlarındayız, hemen gidip bakıyoruz. Avlusu gerçekten söyledikleri kadar hoş ancak saat 4’ten sonra açıldığını öğrenmek üzücü oldu.

Buradan ümidi kesince Tasmajdan’a geçiyoruz, hava bu sefer daha güzel, banklarda parkın keyfini çıkarmalık. Yerel bir TV kanalı röportaj için geliyor, bizi de oralı sanmışlar. Yani röportaj yapacağınızı söyleseydiniz daha şık gelirdik ama değil mi:)

Kahve için Tasmajdan yakınlarındaki Martovski Kafe‘yi tercih ediyoruz. Türk kahvesi kupada geliyor. Burada aslında her yerde daha büyük fincanlarda geliyor ve fiyatlar daha uygun ama ilk defa kupada servis eden görüyoruz. Bir de hep yanında lokumla ikram ediyorlar, bizim geleneğimiz ama biz böyle sürdüremiyoruz. Kupaları çok tatlış bu mekanın ama biraz kalabalık bir mekan.

Lorenzo & Kakalamba

Aklımızda kalan tek yer ise son gün ziyaret edebildiğimiz hem yerel hem de influencer tavsiyesi olan Lorenzo & Kakalamba. Burası bugüne kadar gördüğüm en ilginç dizaynlı mekan, anlatılmaz yaşanır. 12’de açılıyorlarmış ancak biz sadece fotoğraf çekmek istiyoruz deyince izin verdiler. Dış mekanı yok, zaten buranın içinin atmosferi deneyimlenmeli bence.

Lorenzo & Kakalamba

Son durağımız Super Donkey‘de sandviç, salata tarzı yemekler mevcut. Porsiyonları büyük, ürünleri lezzetli ama çok fazla seçenek de yok. Bir de biz gittiğimizde bazı ürünlerin olmadığını söylediler, belki saat ve güne göre değişiklik gösteriyor olabilir. Sağlıklı bir şeyler arayanlar için bir alternatif ancak çok ufak ve sıradan bir mekan, dışarda da sadece tabureli ufak bir masası var.

Super Donkey

Belgrad Nikola Tesla Havalimanı yemek için seçenekler sunuyor, çok büyük olmasa da Duty Free’si fena değil. Elinizde kalan dinarları harcayacağınız seçenekler mevcut. Tek sıkıntısı güvenlikten geçtikten sonra küçük bir bölmede uçağı beklemek, pandemi kısmında daha detaylı bahsediyorum.

Belgrad’a 2 kez gidilir mi diyenler için yazımdan da anlaşılacağı üzere 3. kez bile gidilebilir:) Bir de pandemi yokken yazını deneyimlesem fena olmaz bence, siz ne dersiniz?

Pandemi Döneminde Belgrad’da Olmak

Sırbistan’da Bosna-Hersek kadar düşük olmasa da vaka sayıları bizden oldukça düşüktü. Belgrad halkı da sokaklarda maske takmıyor, zaten haftaiçi olduğundan pek kalabalığa da denk gelmedik ancak mekanlarda maske takılıyor. Toplu taşımada da çoğu kişinin taktığını gözlemledik.

Bence en sıkıntılı yer Belgrad havalimanı, uçak için güvenlik kontrolünden geçince ufacık bir odada buluyorsunuz kendinizi ve oda adeta mesai çıkışı metrobüs gibi doluyor, tek avuntu herkesin maskeli olması. Giriş saatinize göre çok kısa da beklemiyorsunuz ve çıkmak isterseniz tekrar güvenlikten geçmeniz gerekiyor. Tavsiyem ne kadar geç girerseniz o kadar iyi olduğu yönünde, zaten WC de bu alanda mevcut değil.